No products in the cart.
Ben, ERGİN İNAN
Öğrencilik yıllarından beri Ergin İnan’ın başucu kitabı 1964 basımı bir Mesnevi’dir. Hukuk Fakültesi’ni bırakıp İstanbul Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’na girdiği o yıl basılmış bir Mesnevi… 1957 yılında kurulan ve İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa’da açılan en büyük Bauhaus okulu olan Tatbiki’de Alman hocası Karl Schlamminger sayesinde tanımıştır Mevlânâ’nın Mesnevi’sini… Bauhaus’un öğrencilerin beynini açmak için verdiği anahtar Ergin İnan için Mesnevi olmuş; kendi deyimiyle “Düşünceleri havada gezerken ona tutunmuş” ve bu öğretiyle düşünce yapısı derinleşmiştir. Aradan geçen bunca yıl boyunca da o başucu kitabı yerli yerinde durmakta, varoluşsal sorunlar üzerinde düşünmeyi ve üretmeyi sürdüren sanatçıya eşlik etmektedir.
Ergin İnan 14 Kasım 2022’de 80 yaşına basıyor. 80 yıllık bu yaşamın neredeyse 60 yılı sanata adanmıştır. İnan’ın ele aldığı konular ve temel yaklaşımları bu zaman içinde değişiklik geçirmemiş ama her zaman söyleyecek yeni sözler bulmuştur. EArt Galeri’deki bu son sergisinde de düne ait söylenen sözleri geride bırakıp yeni şeyler söylüyor. Böcekler, portreler, mektuplar, yazılar, yazıtlar gibi sanatına damga vuran unsurlar tüm dönemlerinde karşımıza çıkmakta olsa da son dönem çalışmalarında farklı bir boyut kazanmıştır. Sanatçının 80. yaşına adanan bu sergide son dönemde ürettiği yapıtlar yer alıyor. Uzun yıllar boyunca taşıdığı hocalık sorumluluğunun yükünü omuzlarından atmış ve hafiflemiş olarak resim yapan sanatçı her gün uzun saatlerini atölyesinde geçiriyor. Kendisinin de vurguladığı üzere ‘yaşamının bu en verimli dönemi’nde yaptığı, 2019-2022 yılları arasına tarihlenen- çoğunlukla 2022- bu son resimler kendi varoluşundan yola çıkarak evrenin varoluşuna uzanan bir süreci yansıtıyor.
İnan’ın son sergisinin odağında renk patlamalarıyla vurguladığı Büyük Patlama (Big Bang) resimleri var. Evrenin 14 milyar yıl önce tekillik noktasından itibaren genişlemesini tuval üzerinde bolca renk ve ışıkla ifade ediyor. Karanlık siyah bir zemin ya da kırmızı, pembe, mor gibi daha parlak renkli bir zemin üzerinde ışıyan renk lekeleri evrendeki patlamaları anıştırıyor. Sıcağın soğukla, siyahın beyazla, ışığın karanlıkla bileşkesi gibi tüm zıtlıkların var ettiği bir kozmosun yansıması bu çalışmalar… Sanatçının uçsuz bucaksız evrenden süzdüklerinin tortusu büyük boyutlu tuvaller üzerinde karşımıza çıkıyor.
Çalışmaların bir grubunda 70’lerden itibaren resimlerine giren ve imzası haline gelen böcekler büyük yer tutuyor, “yer tutma” deyiminin tam da hakkını vererek… Gelişigüzel atılmış gibi görünen renkler, tuvalin yüzeyinde oldukça büyük bir böcek veya kelebek biçimindeki alanları dolduruyor. Bilinmeze uzanan bu soyut yapı içinde böcekler izleyiciyi fotoğrafik açıdan çekiyor ve tanıdık görünümleriyle rahatlatıyorlar; entomofobiyi beslemek bir yana, renkleriyle, biçimleriyle hayranlık uyandırıyorlar. İnan’ın çocukluk evinin bahçesinde incelediği, gençlik yıllarında bir rastlantı eseri yazdığı mektuplara giren ve sonunda çalışmalarının tümünü ele geçiren böcekler son çalışmalarda da yine hakim unsur. Basit bir çiziktirmeden Kafkaesk bir metamorfoza evrilen böcekler kimi tablolarda portrelerle iç içe yer alarak resmi tamamlarken, büyük bir grup yapıtta tek başlarına var oluyorlar. Anlatamadıklarımızın, açıklayamadıklarımızın dili haline geliyorlar.
Sergideki resimlerin bir diğer grubu portrelerden oluşuyor ki, aralarında otoportresi de var. Yine patlayan, eriyen, birbirine giren renklerle oluşan portreler bunlar. Ancak bir kısmı da desen ustası İnan’ın sketch halinde bıraktığı çizimler. Karşıdan ve yandan görünümleri üst üste binmiş, hatları belirsiz, grotesk portrelerde herhangi bir duygu yakalamak olası değil. Renkler çığlıklar atıp patlamalar yaratırken, portreler suskun, sessiz, dilsiz, her türlü duygudan arınmış gibi. Bu bozunmuş biçimlerin sadece gözleri çok net ve doğrudan izleyiciye bakıyor. Bu gözler, üzerine dikildiği izleyiciyi huzursuz ediyor, kendinden şüphe duymasına, varlığını sorgulamasına yol açıyor. Bu dilsiz varlıklar bana ne anlatıyor? Ne demeye çalışıyor? Sanatçı o resimdeki gözler aracılığıyla şunu soruyor olmasın; “Ben, Ergin İnan; peki sen kimsin?”
Ergin İnan’ın İstanbul-Berlin arasında geçirdiği dönemlerde tasarladığı üç boyutlu kümbetler de serginin bir istisnası olarak son dönem çalışmalarıyla birlikte gösteriliyor. Doğu Türkistan’dan Anadolu’ya kadar Türkler’in geçtiği her yerde karşımıza çıkan bu anıt mezarların sanatçı tarafından yorumlanmış yapısı anıtsal heykel, mimari ve resmin kesişme noktasında duruyor. 185 x 125 x 45 cm. boyutlarındaki üç boyutlu biçimlerin yüzeyleri aynı zamanda sanatçının resimlerini de uyguladığı alanlar. 1996-2000 yılları arasında yaşamı iki kente bölünen İnan’ın, bu ikiliği, her biri diğerinin yarısı kümbetlere de yansıttığını görüyoruz.
Ergin İnan için resim yapmak kendini dışa vurmanın tek yoludur. İçgüdüsel olarak doğan bu iç döküş sayesinde sanatçının duygu ve düşüncelerine tanık oluruz. Bu son sergisi de yaşam yolculuğunda ‘bulanmadan donmadan’ akan berrak bir suyu izleme olanağı sunuyor.
Fatma Batukan Belge
Küratör
Kasım 2022