No products in the cart.
Mekan
EArt Galeri İstanbulKüratör
Dilara GüvenÖzcan Uzkur “Cennetten Sonra”
Sanat tarihinde “kanon” kavramı, belirli estetik, tematik norm ve teknik sınırlarını belirleyen bir seçkinciliği ifade eder. Bu normlar hangi eserlerin sanat tarihinde yer alacağına ve hangi sanatçıların öne çıkaracağına karar verirken, çoğu zaman belirli değer yargılarıyla sınırlar çizer. Kanon, hangi sanatçıların ve eserlerin “önemli” olduğu, hangi tekniklerin “doğru” olduğu gibi sorulara yanıtlar sunarak, sanat üretimini belirli bir çerçeveye oturtmuştur. Ancak Özcan Uzkur, kanon tanımının dışına çıkarak, kendi özgün dilini ve görsel evrenini inşa etmiştir. Sanatçının eserlerindeki teknik deneyimleri ve derin tematik kaygıları, onun çağdaş sanatın en çarpıcı ve özgün isimlerinden biri yapmaktadır.
Özcan Uzkur, geleneksel sanat anlayışını aşan, deneysel ve derinlikli bir üretkenliğe sahiptir. Güncel sanatın en temel tartışmalarından biri olan “kanon” kavramını yeniden sorgulamaktadır. Uzkur, sınırlara ısrarla direnerek, sanat tarihinde geç kullanılmış, göz ardı edilmiş malzeme ve anlatılar üzerinden özgün, estetik, etik ve lojik bir dil kurar. Sanatsal kariyerinde kanonun dışında duruşunu, malzeme ile olan deneysel; daima gelişimde olan ilişkisini ve insanlık tarihine dair derinlemesine sorgulamalarını kapsamlı bir şekilde ele alan son 25 yıldaki üretimlerine odaklanan “Cennetten Sonra” başlıklı sergisi, sanatçının özellikle “cennetten kovulma” ve “ilk günah” mitik temalarına ve insanlığın en trajik kökenlerine ve varoluşsal sorgulamalarına dair izleri imlediği simgesel bir anlatıya dönüşüyor.
Uzkur’un sanat pratiği, belirli bir estetik disiplini içinde sıkışmaz; aksine, esneklik, dönüşüm ve kalıcılık gibi özelliklerinden yola çıkarak çok katmanlı anlatılar oluşturur. Sanatçı malzemesini sadece bir yüzey değil, aynı zamanda bir anlatı aracı olarak kullanmaktadır. Yakma, presleme, kesme ve yıpratma gibi işlemlerle malzemeye müdahale eden Uzkur, bu malzeme üzerinden hem kişisel deneyimlerini hem de evrensel insanlık durumunu ifade etmektedir. Malzeme, Uzkur’un estetik yaklaşımında hem sanatsal hem de sosyo-politik bir ifade aracı haline gelir. Aynı zamanda ilk günahın sonuçlarından biri olarak insanın dünyaya düşüşüyle birlikte çıplaklıktan utanma, kendini koruma, kendini örtme ve saklanma; bedenlerinde benmerkezci yapısına da referans verir. Bence, iplik Uzkur’un eserlerinde hem bireysel bir imza hem de toplumsal bir bilincin ifadesidir.
“Cennetten Sonra” sergisi, cennetten kovulma mitiyle doğrudan bir bağlantı kurarak, insanlığın ilk günahıyla başlayan ve sonsuza dek sürecek olan bir varoluş mücadelesini ifade etmektedir. Bu mitik anlatı, insanın içine düştüğü döngü, acı, pişmanlık, günah, şiddet sarmalının hüzünlü uğultusudur. Uzkur, bu başlık altında, insanın iç dünyasındaki çatışmaları ve varoluşsal sorgulamalarını, diğer yandan da toplumsal adaletsizlikleri, insanın kendi eliyle yarattığı ve kurbanı olduğu şiddeti ve güç ilişkilerini ele almaktadır.
Uzkur’un eserlerinde baskın olarak kullandığı kırmızı renk, tarihsel ve kültürel olarak acı, direniş, şiddet ve mücadeleyi simgeleyen bir temsil diline sahiptir. Dinamik güç ve içsel hareket temsilleriyle de kırmızı; insanın ilk günahıyla başlayan trajedisini ve aynı zamanda bu günahın kalıcı izlerinin simgesidir. Asli günahın getirdiği suçluluk duygusunu, benmerkezci arzularını ifade eden bir sembol ve güçlü bir itirazdır.
Özellikle Büyük İnsanlık ve Tanımsız Organlar serilerinde, kırmızı rengin bu güçlü varlığı hem bireysel hem de toplumsal düzelmede insanın sınırlarını zorlayan varoluş mücadelesine dikkat çeker. Kırmızı insanın acı dolu, yozlaşmış mirasını, başkaldırıyı ve toplumsal sınırlara karşı direnişini simgelerken, izleyiciye insanın hem fiziksel hem de ruhsal dayanıklılığını yeniden sorgulatan bir alan yaratır. Kırmızı izleyicide bir uyarıcı gibi işlev görür ve duygusal tepkileri tetikler. Uzkur’un kırmızı ile oluşturduğu bu yoğun atmosfer, insan bedeninin parçalanmış ve soyutlanmış imgeleriyle birleşerek insanın sosyal ve psikolojik sınırlarını zorlayan başkaldırısını ve trajedisini ifade eden güçlü bir araç haline gelir.
Ateşle Oyun serisinde insanın doğayı yok edişi ve kendi yıkıcı gücüyle yüzleşmesini sembolize eder. Yanan yüzeyler, izleyiciyi estetik bir deneyimin ötesine geçirerek, tarih boyunca süregelen çevresel ve insani trajedilerle yüzleşmek için alan yaratır.
Tohum serisi, Uzkur’un malzemeye olan bağlılığının bir yansıması olarak öne çıkar. Sanatçının deneysel yöntemlerle yarattığı bu işler, malzemenin sınırlarını zorlar. Burada kullanılan her yöntem, sanatçının sadece fiziksel bir süreç değil, aynı zamanda geçmişle kurduğu köklü bir bağ olarak görülebilir. Sanat tarihinin kanonik yapısında sıkça rastlamadığımız bu tür dokusal ve materyal odaklı yaklaşımlar, sanatçının arayışının bir göstergesidir.
“Cennetten Sonra” sergisi, Özcan Uzkur’un sanat tarihinin kanonlarına karşı durarak kendi yaratıcı yolunu çizdiği bir alanı temsil eder. Onun malzeme kullanımındaki yenilikçi tavrında ve estetik normlara karşı geliştirdiği eleştirel perspektifle belirginleşir, sanatın ifade olanaklarını yeniden sorgular ve insanlık tarihinin acı dolu mirasına dair yeni bir perspektif sunar. Bu sergi, insanın cennetten düşüşüyle başlayan ve varoluşsal bir yük olarak nesilden nesille aktarılan trajediyi, kırmızı ve siyahın derinliği içinde yeniden ele alır. Sanatçının malzeme ile olan dinamik ilişkisi, çağdaş bir dille günümüz trajedilerine dair bir bellek alanı yaratır. Böylece izleyici, cennetten kovulma efsanesi üzerinden insanlığın varoluşsal sorularını yeniden düşünmeye davet eder.