28. Oca 16. Mar. 2025

IŞIĞIN İKİLEMİ

“Işığın İkilemi” insan algısının en temel iki unsuru olan ışık ve karanlık; beyaz ve siyah üzerinden bir keşif sunuyor. Beyaz ve siyahın zıtlıklarında saklı olan ahenk, yalnızca görsel bir karşıtlığı değil, aynı zamanda yaşamın, varoluşun, insanın doğa ile olan ilişki karmaşıklığını anlamak için bir araçtır. Bu sergi, ışığın varlığının ve yokluğunun metaforu sınırlarında dolaşarak, bu iki temel unsurun birey ve toplum üzerindeki etkilerini inceliyor.

Işık, bilginin ve görünürlüğün bir sembolü; karanlık ise bilinmeyenin ve gizemin temsilidir. Ancak bu sergide, ışık ve karanlık arasındaki ilişki bir zıtlıktan çok, bir diyalog olarak ele alınıyor. Gölge, bu ilişkinin kesişim noktasıdır; varlık ve yokluk, aydınlık ve karanlık, geçmiş ve geleceğin birleştiği bir ara alan. Sanatçılar, gölgelerin örtük hikâyelerini, görünmeyenin potansiyelini ve ışığın açıklayıcı gücünü eserlerine yansıtıyor. Beyaz ve siyah, yalnızca fiziksel veya optik özellikleriyle değil aynı zamanda anlam yükledikleri kavramsal boyutları ele alınıyor. Bu sergide beyaz saflık, aydınlık değil, karanlık sadece bir yokluk olarak değil; bir üretkenlik, bir potansiyel olarak yeniden tanımlanıyor; tüm renklerin birleşimi, yani bir bütünlük olarak görülüyor.

Sanatçılar, bireyin ve toplumun gölgelerle olan ilişkisini, unutulmuş anılar, kaybolan, unutturulmuş hikâyeler, insanlığın ortak hafızasında yankı buluyor. Sergide yer alan eserler, resim, heykel, rölyef, video ve mekânsal düzenleme gibi disiplinler arası bir çeşitliliği barındırıyor. Katılımcı sanatçılar, insanlık hafızası, doğanın dönüşümü ve bireyin içsel yolculuğu gibi konuları işlerken, eserlerinde siyah ve beyazın farklı yorumlarını sunuyor: A. Elif Aydoğmuş, bireyin geçmişle olan yüzleşmesini heykellerinde derinlemesine işlerken, unutulan anıları görünür kılmayı amaçlıyor. Ayşegül Düşek, insan ve doğa arasındaki ilişkiyi, ışığın bu bağı nasıl dönüştürdüğünü sorgulayan organik eserlerle sunuyor. Ferhat Tunç, toplumsal hafıza kaybını yanmış metinlerin külleri üzerinden ele alıyor. Hamza Kırbaş, dürüstlük ve gerçeklik temalarını, “Pinokyo Sendromu” adlı video çalışmasında metaforlarla sorguluyor. Sümer Sayın, doğanın kaybolan parçalarını, gölgelerle temsil ederek somut ve soyutun sınırlarını araştırıyor. Uğur Bişirici, doğanın kendini yenileme gücü ve insan emeğinin bıraktığı izleri bir varoluş metaforuna dönüştürüyor. Yağmur Korkut, ışık ve mekân arasındaki ilişkiyi, insanlığın kolektif hafızasını hatırlatan formlarla irdeliyor. Yılmaz Bulut, modern dünyanın göç ve bellek kaybıyla yüzleşmesini, kayaların anıtsal sessizliği üzerinden betimliyor.

“Işığın İkilemi”, bir yandan bireysel bir sorgulama alanı yaratırken, diğer yandan insanlık hafızasına dair kolektif bir diyalog başlatmayı hedefliyor. Işığın varlığı ve yokluğu, sadece bir görsel deneyim değil, aynı zamanda izleyiciyi düşünmeye davet eden bir düşünce pratiği olarak yeniden yorumlanıyor.